Sayı 62 – Otoriterleşme ve Direniş

Historical Materialism Istanbul 2022 Özel Sayısı

 

Hukukun ‘Namevcut Mevcudiyeti’: Türkiye’deki “Anayasasızlaştırma” Konjonktürünün Analizi

Muharrem Enes Kaya

Bu çalışma, Türkiye’deki Anayasasızlaştırma fenomenini Konjonktürel Marksizmin kavramsal çerçevesi içerisinde ve Kültürel Çalışmalar Okulu tarafından geliştirilen Konjonktür Analizi’nin yöntemsel araçlarıyla ele almaktadır. Hukuku güç ilişkilerinin biçim-belirlenimli bir yoğunlaşması olarak kavramlaştırarak; hukukun siyasi iktidarın örgütlenmesi ve sınırlanması açısından sahip olduğu fonksiyonu öne cikarmakta ve bunun hegemonya istikrarsızlığı koşullarında geçirdiği niteliksel dönüşümün, istisnai bir rejimin ortaya çıkışı ve kurumsallaşması bakımından önemini vurgulamaktadır. Türkiye’nin mevcut konjonktürü göz önüne alinarak, anayasasızlaştırma pratiklerinin rejim değişimine etkisi incelenmektedir.

Anahtar kelimeler: Konjonktürel Marksizm, konjonktür analizi, anayasasızlaştırma, hegemonya

 

Otoriterlik Koşullarında İşçi Sınıfı Eylemleri: 2015 Sonrası Türkiye Vakası

Alpkan Birelma, Ebru Işıklı ve Deniz Sert

Türkiye 2010’ların başından itibaren derinleşen bir otoriterleşme süreci içindedir. Süreci besleyen bir takım özel politik faktörler bulunsa da söz konusu süreç, kapitalizme içkin otoriterliğin ekonomik durağanlık koşullarında belirginleşmesi olarak okunabilir. İlgili literatür otoriterleşmenin protesto eylemi sayısını azalttığına işaret etmektedir. 2015’ten itibaren Türkiye’de basına yansıyan işçi sınıfı eylemlerini inceleyen araştırmanın bulguları bu vurguyu genel olarak doğrulamaktadır. 2015’ten 2020’ye eylem vakası sayıları ve eylemci sayılarında genel bir düşüş eğilimi gözlenmiştir. Öte yandan 2021’de ve 2022’nin ilk iki ayında yaşanan eylemler, düşüş eğilimini tersine çevirmiş ve önemli bir yükseliş kaydetmiştir. Bu yükseliş dört faktörle açıklanmıştır. Birinci faktör 2021’den 2022’ye sürekli artan yüksek enflasyondur. İkinci faktör AKP’nin bu dönemde artan eylemlere görece toleranslı davranmak zorunda kalmasıdır. Yaklaşan seçimler ve AKP’nin anketlerde enflasyon sebebiyle oy kaybetmesi, emek hareketi için politik bir fırsat işlevi görmüştür. Üçüncü faktör ise pandemidir. Pandemide çalışma koşullarının pek çok işyerinde kötüleşmesi, öte yandan kuryeler ve sağlık emekçileri gibi emekçilerin önemlerinin ve yapısal güçlerinin artmış olması bir birikim yaratmış ve bu birikim 2021 yılı ve 2022’nin ilk aylarında açığa çıkmıştır. Son faktör, özellikle 2022 başındaki grev dalgası için sosyalist/militan nitelikli bağımsız sendikacılığın olumlu katkısıdır. Makalede sunulan veriler, kırk yılı aşkın süredir otoriterlik ve neoliberalizmin ikili baskısı altındaki Türkiye işçi sınıfının kayda değer bir mücadele ortaya koyduğunu göstermektedir. Ülkede göreli bir demokratikleşme yaşanması halinde işçi sınıfı eylemliliğinin ciddi bir şekilde artacağını öngörmek mümkündür.

Anahtar kelimeler: Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Çalışma Sosyolojisi, Grevler, Sendikalar, Sosyal Hareketler

 

Katalizatör Olarak Virüs: Türkiye’de Hegemonya Mücadeleleri

Alp Kayserilioğlu

Türkiye’deki Koronavirüs Salgını, AKP liderliğindeki rejimin zaten var olan hegemonik krizini daha da derinleştirdi. Haziran 2013’e kadar uzanan bu süreçte AKP, ittifakları değiştirerek ve otoriter bir saldırı ile yeni bir milliyetçi uzlaşıyı tercih ederek başat siyasi konumunu koruyabildi. Ancak siyasi istikrar sağlanamadı. 2019’daki yerel seçimler ve özellikle İstanbul’da tekrarlanan yerel seçimler, toplumsal rızada büyük bir değişim yaşandığını ve bunun radikalleşebileceğini göstermiştir. Makalede, AKP döneminin ve 2013’ten bu yana yaşanan hegemonik krizin bir analizi yapılacaktır. 2013’ü takip eden otoriter konsolidasyon süreci ve krizi, 2019 yerel seçimleri ve Koronavirüs pandemisi (2020-22) özelinde analiz edilecektir. Bu sürecin ve onun 2019-2022 dönemindeki şiddetlenişinin, AKP’nin kısa vadeli siyasi hedefleri ve bazı sermaye grupları için ekonomik hayatta kalma arzusu doğrultusunda, neoliberal ekonomi politikalarının kademeli olarak aşınmasına yol açtığı iddia edilecektir. Öte yandan, siyasi sistem giderek daha fazla polikratik ve desizyonist hale gelmiştir. Sonuç olarak, neoliberal erozyona ve otoriter konsolidasyona karşı toplumsal muhalefet güçlü olmakla birlikte atomize olmuş durumda olduğu tespit edilecektir. Ana burjuva muhalefet bloğunun ise, otoriterliğin ehlileştirilmiş unsurlarıyla neoliberalizmin kontrollü bir restorasyonunu sağlamak için toplumsal muhalefetin potansiyellerini pasifize etmeyi amaçladığı iddia edilecektir.

Anahtar Kelimeler: otoriter konsolidasyon, neoliberal erozyon, hegemonya mücadeleleri, desizyonizm, polikrasi, toplumsal muhalefet

 

Eski Mücadele, Yeni Gerilim: İstanbul Taksi Krizi Üzerine Bir Değerlendirme

Müge Neda Altınoklu

2019 yerel seçimleri sonrasında Istanbul’da kent iç ulaşımı ilgilendiren bir çatışma hattı belirdi. Kent içi ulaşımdaki toplumsal mücadelelerin özgün ve güncel koşullardaki uzantısı anlamına gelen taksi krizi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) döneminde devlet-toplum ilişkisinin değişen niteliği çerçevesinde farklı bir anlama sahipti. Bu gerilim içerisinde bir mesleki örgüt olarak İstanbul Taksici Esnafı Odası krizin tırmanmasında ve değişen güç dengesinde eski ittifakların pekişmesinde önemli rol oynadı. 2022 senesinde odanın düzenlediği İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) karşıtı eylemin yanı sıra benimsediği söylemler, ideolojik konumlanış itibariyle taksici esnafının AKP’nin çok boyutlu hegemonya projesinin yeniden üretiminde oynadığı çevresel rolünün önemini gösteriyordu. Bu makale, bir İstanbul Taksici Esnafı Odasının yapı ve işleyiş mekanizmaları, hegemonik mücadeleye dahil olma motivasyonları, örgütlenmeleri, karar alma süreçleri ve bunların siyasi sonuçlar üzerindeki fiili etkileri üzerinden taksicilerin neoliberal devletin otoriterleşme sürecindeki meşrulaştırıcı rolü üzerine bir değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır. Taksi taşımacılığında sermaye birikim sürecini düzenlemek adına ortaya konan her bir devlet projesinin çatışma ve uzlaşmalar ekseninde ele alınması, güncel taksi krizinin aslında mülkiyet ilişkilerinden bağımsız olmayan, ancak daha da önemlisi AKP döneminde taksi taşımacılığına ilişkin yapılan belli yasal ve kurumsal müdahalelerin yol açtığı piyasanın ideolojik yeniden yapılandırılma sürecinden ayrı ele alınamayacak bir tartışmayı gerekli kılıyor. Makalede İstanbul kent içi ulaşım tarihine ilişkin temel tartışmaların katkısı saklı tutularak, taksici esnafının çıkarlarının tarihsel koşullarını anlamak üzere ulusal gazetelerin arşivlerinden ve mesleki dergilerden yararlanılmış, ayrıca hem İstanbul Taksici Esnaf Odası hem de İstanbul Şoför Esnaf Odası yetkilileri ile iki görüşme gerçekleştirilmiştir. Oda yöneticileri dışında, beş taksici esnafı ve şoförü ile de görüşmeler yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: İstanbul taksi krizi, AKP, İBB, İstanbul Taksici Esnafı Odası, sınıf analizi, mülkiyet ilişkileri

 

“Salgın Bir Toplumsal Düzen Sorunudur”: Covid-19 Döneminde Batı Avrupa’da Polis Pratikleri

Taşkın Toprak İpek

Covid-19 salgını biyolojik bir tehdit olduğu kadar sosyo-politik yönleriyle de dünyayı sarsmıştır. Salgın, küresel eşitsizliği ve yeniden dağıtım sorunları arttırmış, giderek bozulan toplumsal yapıyı dengelemek ve bastırmak için en önemli güvenlik kurumu olan polis gücü hükümetler tarafından daha yoğun kullanılmıştır. Polis, bu bastırma sırasında, dört çekirdek ilkeyi temel almaktadır; özel mülkiyet, düzen, güvenlik ve pasifikasyon. Bu çalışma, covid-19 salgınında polisin bu ilkeler üzerinden orta ve alt toplumsal sınıfları, şehirli yoksulları ve etnik azınlıkları disipline etmeye çalıştığını öne sürmektedir. Nitel içerik analizine dayanan çalışma, polis gücünü liberal demokrasinin kalbi olarak görülen Batı Avrupa üzerinden incelemektedir. Sonuçta polis pratiklerinin madun sınıfları kurbanlaştırdığı ve hedef aldığı iddia edilmektedir.

Anahtar kelimeler: Polis, neoliberalizm, güvenlik, Covid-19 salgını, Batı Avrupa

 

Yunanistan’daki Pakistanlı Topluluğu ve 2010’larda Altın Şafak’a Karşı Antifaşist Mücadeleye Katkısı

Costas Gousis

İngilizceden çeviren: Ecehan Balta

Altın Şafak davası, Nürnberg mahkemelerinden bu yana faşist bir suç örgütüne yönelik en büyük dava olarak nitelendirilmektedir. Altın Şafak’a karşı kazanılan zafer, önceki yıllarda Altın Şafak’la yüzleşen daha geniş antifaşist hareketin bir parçası olan sivil eylem avukatlarına, mağdur ailelerine, sendikacılara ve göçmen topluluklarına ait büyük bir siyasi ve hukuki başarıdır. Göçmen toplulukların antifaşist hareket içindeki rolünün anlaşılmasına katkıda bulunan bu makale, Yunanistan’da yaşayan Pakistanlılar Topluluğu Birlik’in 2010’larda yükselen ırkçılık ve faşist tehditle ilgili yeni zorlukların üstesinden gelmek için faaliyetlerini nasıl yeniden düzenlediğini araştırmaktadır.

Otoriter devletçilik biçimlerini faşizmden ayırma konusunda ihtiyatlı davranarak, Yunan devletinin izlediği yabancı düşmanlığı modellerinin Altın Şafak için elverişli bir zemin yarattığını savunuyor ve Birlik’in antifaşist harekete katkısıyla bağlantılı olarak Pakistanlı göçmen işçilerin siyasi ve hukuki öznelliği hakkında sorular ortaya atıyorum. Liderlik ve ittifaklara özel olarak odaklanılarak, Pakistan Topluluğu’nun antifaşist stratejisinin dört temel ayağı özellikle incelenmiştir: Sınıf birliği, motivasyon, kamusal alanda görünürlük ve stratejik dava açma. Yazıda, Pakistan Topluluğu’nun stratejik hamlelerini tespit etmek için 2012 yazında göçmenlerin öncülük ettiği iki önemli protesto etkinliğini detaylandırıyor ve Pakistanlı işçi Shehzad Luqman’ın Altın Şafak üyeleri tarafından öldürülmesinin ardından yürütülen adalet kampanyası örneğinde olduğu gibi, sokak siyaseti ile faşist tehdide karşı yasal-idari tepkiler arasındaki diyalektiğe ışık tutuyorum.

Anahtar kelimeler: Pakistan toplumu, Yunanistan krizi, antifaşizm, göçmen aktivizmi, stratejik davalar.

 

Altın Şafak’tan sonra: Yunanistan’da aşırı sağın yayılması ve dönüşümü

Rosa Vasilaki & George Souvlis

İngilizceden Çeviren: Kasım AKBAŞ

Yunanistan’daki günümüz aşırı sağına ilişkin mevcut literatür, Altın Şafak’ın parlamento içi ve dışı faaliyet ve söylemlerine odaklanmış; hukuki varlığını muhafaza ettiği dönemde ve hakkında yargı verildikten sonra, retorik ve pratiklerinin sosyal yapıya nasıl yayıldığı, diğer siyasi aktörler tarafından nasıl benimsendiği meselesini bir kenara bırakmıştır. Çalışmamız, önemli ideolojik unsurların gerek devlet gerekse sivil toplum kökenli aktörler tarafından nasıl benimsendiğini ve kendi ifadelerine dahil edildiğini inceleyerek bu araştırma boşluğunu doldurmayı amaçlamaktadır. Daha açık bir ifadeyle, Ekim 2020’de Nazi Partisinin mahkum edilmesinin ardından, Altın Şafak tarafından kullanılanlara benzer söylemsel kalıpların çeşitli örgütler, önde gelen medya organları ve gazeteler, silahlı kuvvetler subayları ve Yunan Ortodoks kilisesi rahiplerinin yanı sıra feminist ve LGBTQI aktörler tarafından nasıl kullanılageldiğine odaklanıyoruz. Her ne kadar bu ideoloji, ele alınan her bir kurumun mesleki/profesyonel ve siyasi merceği tarafından yeniden tanımlanmış ve dolayımlanmış olsa da, bu fikirlerin Altın Şafak’ın destekçileri ve üyeleriyle sınırlı istisnai bir söylem olmaktan çok uzak olduğunu, Yunan toplumunun daha geniş katmanlarına tam da bu kurumlar tarafından yayıldığını iddia ediyor ve ortaya koyuyoruz. Çabamızı kanıtlamak için, esas olarak nitel (derinlemesine görüşmeler) verilere başvurduk, ancak aynı zamanda nicel (istatistiki belgeler) verilere de başvurduk. Bu veriler, ele alınan sosyal olgunun daha sağlam bir şekilde yorumlanmasına ve Altın Şafak ile çağdaş Yunan toplumunun diğer kilit kurumları arasındaki ilişkinin daha nüanslı bir şekilde kavramsallaştırılmasına yardımcı oldu.

Anahtar Kelimeler: Yunanistan, Aşırı sağ, Altın Şafak, Sivil Toplum, Siyasi Aktörler.

 

Kitap Eleştirisi

Avrupa ve Tarihsiz Halklar

Baran Şahinli

About the author