Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat- Melek Zorlu

Praksis Sayı48 | Sayfa: 162-165

 Kitap İncelemesi

 Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat1[1]

 Melek Zorlu2[2]

 Biyografiler yazınsal türler içinde ayrıksı bir yerde dururlar. Bu ayrıksılık, yazarın bir biyografiyi kaleme alırken akademik bir çalışmanın nesnellik ölçütlerini gözeterek kurgusal bir metin ortaya koyma gereksinimiyle ilgilidir. Her biyografi denemesi ile bir anlamda yeni bir yaşamöyküsü de kurulur. Yazar, romanla akademik metin arasında salınıp dururken neleri anlatmayı seçtiğine bağlı olarak kimi zaman kurgusal bir karakter de ortaya çıkarıyor gibidir. Yazarın biyografisini yazdığı tarihsel kişilikten aldığı ilham ya da ona ve yaşamında yaptıklarına ilişkin önyargıları bir biçimde etkiler hikâyesini. “Bir biyografide tarafsızlık ya da nesnellik ne kadar mümkündür” sorusu belki de biyografi yazınının temel sorusudur.

Karl Marx biyografileri bu soruya yanıt ararken bakılabilecek en iyi örneklerden biridir. Marx biyografilerinde, ideolojik boyutun da ön planda olması nedeniyle, birbirinden son derece farklı yansıtılan ve belki de kurgulanan oldukça tartışmalı Marx portreleri ile karşılaşırız. Türkçe’ye çevrilmiş en ünlü Marx biyografilerinden biri olan E. H. Carr’ın Bağnazlık Üzerine Bir Araştırma alt başlığı ile 1934’te yayınladığı biyografi, yazarın kendisinin de “Hiçbir şey anlamadan Kapital’in ilk cildini, Brumaire’i ve Gotha Programı’nı, Lassalle’ın hayatını ve pek çok yardımcı malzemeyi okudum ve işe giriştim. Bu aptalca bir girişimdi ve aptalca bir kitap ortaya çıktı”(Carr, 2010: 9) sözleriyle itiraf ettiği bir yavanlık ile maluldür. Ya da “Marx’ı ağırbaşlı, devrimci bir önder olarak yüceltenlere yanıt olarak” yazdığını kitabının en başında belirten Francis Wheen’den okuduğunuzda ele avuca sığmaz, “tutkulu” yönleri vurgulanan bir Marx portresi ile karşılaşırız3[3].1936’da yazdıkları, Türkçe’ye İnsan ve Savaşçı Karl Marx olarak çevrilen biyografilerinde Boris Nicolaievsky ve Otto Maenchen-Helfen şöyle ifade ediyordu bu durumu: “O bazılarına göre insanlığı daha parlak bir geleceğe yönlendiren, ileriyi gören, sevgili lider; bazılarına göreyse bir şeytan, insan uygarlığının baş düşmanı ve kaosun prensi” (Nicolaievsky ve Maenchen- Helfen, 2010:11). Bu vurguyla beraber düşünüldüğünde Marx’ın biyografisini yazmanın biyografi yazmaktan biraz daha çetrefil bir iş olduğu söylenebilir.

Jonathan Sperber’in 2013 yılında yazdığı Marx biyografisi ertesi yıl Türkçede yayımlandı; kitabın bu kadar kısa sürede çevrilmesini ve yayımlanmasını şaşırtıcı bulan hatta eleştirenler de oldu (Taş, 2014). 19 yüzyıl uzmanı bir tarihçi olarak Sperber’in temel kaygısı, kitabın alt başlığı 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Yaşam’dan da anlaşılacağı üzere, Marx’ı yaşadığı çağın koşulları içerisinde konumlandırma ve anlama çabasıdır.

Sperber’in kitabını, Marx’ın hayatı ve düşünceleri alanında çok önemli yeni bir kaynak olan, yıllarca süren bir çabayla Marx ve Engels’in zarf arkalarına karaladıkları notlar dahil yazdıkları her şeyi yayımlamayı amaçlayan, genellikle Almanca’daki kısaltılmış adıyla MEGA olarak anılan derlemeden yararlanarak yazmış olması, kitabın diğer biyografilere oranla daha özverili bir çalışma olduğu konusunda ikna edici görünüyor. Sperber’in ifadesiyle; “Bu yeni kaynak, bir suça dair herhangi bir somut delil, Marx’a dair mevcut bakış açılarını tamamen değiştiren herhangi bir belge barındırmıyor; fakat, zihnimizde oluşmuş Marx resmini incelikle değiştirebilecek yüzlerce küçük ayrıntıya ışık tutuyor” (s.14). Sperber’in küçük ayrıntılarda yakalamaya çalıştığı Marx resminin parçaları ise genellikle bir 19. yüzyıl tablosunun içerisinde anlam kazanıyor.

Kitap; Yönleniş, Mücadele ve Miras olarak adlandırılmış üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde; Marx’ın çocukluğundan 1846 yılında sürgün yaşamının başladığı Paris’te ve üç yıl kalacağı Brüksel’e geçişine kadar geçen zaman ele alınıyor. Kitabın ana omurgasını oluşturan ikinci bölüm,Marx’ın Brüksel’deki sürgün yaşamına, 1848 devrimleri sürecine katılımına, hayatının sonuna kadar yaşayacağı Londra’ya sürgüne gitmesine ve onu bir dünya düşünürü yapan 1871 Paris Komünü deneyimine odaklanıyor. Son bölüm ise, yazarın Marx’ın eylemciliğinin yerini kuramcılığının alışı olarak tarif ettiği Marx’ın zamanının büyük bölümünü Londra’daki British Museum Kütüphanesi’nde geçirdiği sürece ve düşüncelerine ayrılıyor. Sperber kitabında Marx’ın hayatındaki dönüm noktaları olarak; akademik yaşamdan uzaklaşmak zorunda kalışıyla muhalif bir gazeteci olarak yaşamını sürdürmesine neden olan Genç Hegelcilerin üniversitelerden tasfiyesi sürecini ve Engels’le karşılaşmasını işaretliyor. Bu karşılaşma bir felsefecinin ekonomi politikle de tanışmasıdır aynı zamanda; kitapta bu karşılaşma Marx’ınHegelci kökenleriyle hesaplaşarak bir işçi önderine dönüşmesinin miladı olarak konumlandırılıyor. .

Kitap boyunca iki ayrı Marx portresi ile karşılaşıyoruz. Sperber’in Marx’ın karakterine ilişkin yorumu şöyle; “Marx karakter olarak sıcak, neşeli ve konukseverdi; fakat aynı zamanda öfkeli, alaycı ve saldırgandı. Hem sadık, gerçek bir dost hem de ateşli ve kinci bir düşmandı” (s. 419). Sperber, Marx portresini çizerken “muhalif bir kişilik” vurgusuna ağırlık veriyor. Örneğin Jennyvon Westphalen’in Marx’tan dört yaş büyük olması nedeniyle evliliklerini belki de olduğundan daha radikal bir karar olarak tanımlama pahasına şu yorumu yapıyor: “Karl Marx’ın evlenme teklifi, 19. yüzyıl burjuvazisine karşı ilk isyanıydı. Bu başkaldırıyı, henüz komünizm

kuramlarını geliştirmesinden ya da Genç Hegelcilerin radikal ve ateist fikirlerini özümsemesinden çok önce yapmıştı”(s. 58).

Sperber kitapta, Marx’ın “radikal muhalif kişiliği”ni Aydınlanma mirasıyla yetiştirilmiş olmasına bağlıyor. 19. yüzyılın ilk yarısında küçük bir Alman kentinde doğmuş birinin Fransız Devriminin sonuçlarından ve Aydınlanmadan etkilenmemesi söz konusu olamaz elbette. Ancak Sperber buradan bir anlamda Marx’ı 19. yüzyıla hapseden bir yorum geliştiriyor; “Bana göre Marx’ın yaşamı, düşünce sistemi, siyasi kavgaları ve emelleri ile bir bütün olarak, tamamen 19. yüzyıla özgüdür” (s. 17). Başka bir yerde şunları söylüyor; “Geçip gitmiş bir çağın figürü olan ve aslında her geçen gün kendi çağımızdan gittikçe daha da geride kalan -Fransız Devrimi Çağında, Hegel felsefesi yıllarında, İngiltere’deki sanayileşme ve bunun doğurduğu siyasal iktisadi koşulların ilk safhalarında bıraktığımız- Marx’ı yeniden anlamak lazımdır. Hatta belki de 19. yüzyılın ilk yarısındaki koşulları ele alan Marx’ı, geçmişe bakan ve baktığı geçmiş ile geleceğe ışık tutan biri olarak anlamak, onu, tarihsel gelişmelerin öngörüsü yüksek sağlam bir yorumcusu olarak anlamaktan daha yararlı olacaktır”(s. 13). Marx, Sperber’e göre, Fransız Devrimi’nin, Hegel’in felsefesinin ve İngiliz sanayileşmesinin politik ekonomisinin şekillendirdiği “geriye dönük bir figür”dür. Sperber, Marx’ı 19. yüzyıl figürü olarak konumlandırmanın en tutarlı yol olduğu iddiasını Marx’ın görüşlerini yeni kuramlar ışığında değerlendirmeyi ya da özgün eserlerini tekrar değerlendirmeyi beyhude bir çaba olarak niteleyerek yapmaktadır. Kitaba yönelik eleştiriler de tam olarak bu noktada toplanmaktadır.

Kitabın öne çıkan vurgularından biri “[b]urjuvazinin bu büyük düşmanı, özel hayatında tam bir burjuvaydı” cümlesinde ifadesini bulmaktadır. “Marx, aslında çağının adamıydı; burjuvazinin kültürel ideallerini, davranış biçimlerini kabul etmiş, bunlarla ilgili mücadele vermiş ve kendi koşullarına uydurmak için bunları değiştirmiş biriydi” (s. 424). Sperber’in yaklaşımına göre bu durum, Marx’ın özel yaşamındaki tercihlerinin ya da kültürel kodlarının siyasi ve iktisadi görüşleriyle çeliştiğinin bir göstergesi değildir; Marx’ın 19. yüzyıla özgü bir Anglo-Germen burjuva olmasından kaynaklanmaktadır.

Yazarın yüceltilmiş bir devrimci önder portresi çizmeye çalışmadığı açıktır. Ancak Marx’ın yorumladığı kapitalizm ile günümüzdeki arasında bir ortaklık bulunmadığı, Marksistlerin çabalarının beyhudeliği, günümüz koşulları ile Marx’ın fikirlerini her yanyana getirişin O’nu peygamberleştirmek olduğuna ilişkin imalarıysa nesnellik sınırlarını zorlamaktadır.

Kitaba getirilen en önemli eleştirilerden biri de Sperber’in Marksist kurama yönelik eleştirilerinin tıpkı Carr’ın yaptığı gibi yetersiz bir teorik bilgiye dayanmasıdır.

  1. yüzyıl uzmanı bir tarihçi olarak Sperber’in Marx’ın kuramının, bilimsel olmadığını iddia ettiği Hegelcilik ile pozitivizm arasında salınıp durduğu yolundaki yorumları bu yöndeki eleştirileri destekler niteliktedir. Örneğin Hunt (2013) kitap üzerine yazdığı değerlendirme yazısında, Sperber’in Komünist Manifesto’da yazılanları,“özünde Marks’ın düşünsel planda Hegelcilikten pozitivizme doğru yol almasının ilk adımı” olarak değerlendirdiğini vurgulamaktadır. Despain’e göre (2013) “Sperber pozitivizmden ne anladığını tarif etmeden Marx’ın 1848’den sonraki düşünsel değişimini eleştirmektedir”.

Sonuç olarak, Sperber’in Marx biyografisine ilişkin başlıca eleştiri, fikirlerinin etkisinin içinde yaşadığı dönemi  aştığı  açık  olan  Marx’ı 19. yüzyıla hapsetme ve bu fikirlerin artık işe yaramadığını gösterme çabasına yöneliktir. Marx’ı öngörülerinin gerçekleşmesi beklenen bir kahin olarak görmek eleştirilmesi gereken bir tutum olsa da; objektif olmak Marksistleri bağnazlıkla itham ederek Marx’ın kuramına ilişkin her yorumu “Marx’ı ilahlaştırmak”la ilişkilendirerek aktarmak anlamına gelmemelidir.“İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler” ya da “Filozoflar yalnızca dünyayı farklı yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir”’in tarihsel bağlamının dile getirildikleri çağdaki güncel polemiklerle ilişkili olması bugün için değerlerinden ne kaybettirebilir ki? Marshall Berman’ın (2013: 58-59) Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’da yaptığı vurguyu hatırlatarak bitirelim: “Marx, Nietzsche ve çağdaşları henüz dünyanın küçük bir parçasının modern olduğu bir zamanda modernliği bir bütün olarak algıladılar. Yüzyıl sonra, modernleşme süreci dünyanın en uzak köşesindeki insanın bile kaçamayacağı ağını üstümüze attıktan sonra ilk modernistlerden öğreneceğimiz çok şey var; kendi çağları değil, bizim çağımız hakkında. Bizler onların gündelik hayatlarının her bir anında, yaşayabilmek için tüm güçleriyle kavramak zorunda oldukları çelişkileri fark edemez olduk. Paradoksal biçimde, bu ilk modernistler bizi -hayatımızı kuran modernleşme ve modernizmi- bizden daha iyi anlayabildiler. Onların bakışlarını kendimize mal eder, onların perspektiflerinden yararlanarak kendi ortamımıza yepyeni gözlerle bakarsak, yaşamımızda sandığımızdan daha fazla derinlik olduğunu göreceğiz”.

Kaynakça

Berman, M. (2013) Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev. Ü Altuğ, B. Peker, İstanbul: İletişim.

Carr, E. H. (2010) Karl Marx Bağnazlık Üzerine Bir Araştırma, çev. U. Kocabaşoğlu, İstanbul: İletişim.

Despain, H. G. (2013) “Marks and PhilosophyBookReview”, https://marxandphilosophy.org.uk/ reviews/7822_karl-marx-review-by-hans-g-despain, indirilme tarihi: 10 Ekim 2018.

Hunt, T. (2013), “Karl Marx: a Nineteenth-Century Life by Jonathan Sperber- Review”, https:// www.theguardian.com/books/2013/jun/26/karl-marx-nineteenth-century-life -review, indirilme tarihi: 10 Ekim 2018.

Nicolaievsky  B.  ve  O.Maenchen-Helfen  (2010)  İnsan  ve  Savaşçı:  Karl  Marx,  çev.  Ö.  Gürkan, İstanbul: Akademi.

Taş,   M.   (2014)  “Marx’ı   Anlayarak   Aşmak”,   http://sendika62.org/2014/11/marksi-anlayarak- asmak-mehmet-tas-226199/, indirilme tarihi: 10 Ekim 2018.

Wheen, F. (2005)Karl Marx, çev. G. Çağalı Güven, İstanbul: E Yayınları.

[1] Sperber, J. (2014) Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat , çev. G. Durna, İstanbul: İletişim.

[2] Ankara Üniversitesi SBE Doktora Öğrencisi, ORC ID: 0000-0002-1371-5027

[3] “Oysa o da bir insandı: Orta sınıf bir İngiliz beyefendisine dönüşen bir Prusyalı göçmen; olgunluk çağının büyük bölümünü British Museum’un Okuma Salonu’nun sessizliğinde geçiren ateşli bir ajitatör; neredeyse tüm arkadaşlarıyla bozuşan dost canlısı bir ev sahibi; hizmetçisini gebe bırakan sevecen bir aile babası ve içkiye, puroya ve geyik muhabbetine bayılan son derece ağırbaşlı bir düşünür”(Wheen, 2005:11).

About the author