57. Sayı – Toplumsal Yeniden Üretim

57. Sayımız Toplumsal Yeniden Üretim‘in Bu Sayıda Yazısı

Bu Sayıda

Sermaye iktidarının kapitalizm tarihi içerisinde belki de en güçlü olduğu dönemlerden birinde yaşıyoruz. Ancak yine de bu düzenin tüm o muzaffer pozlarına rağmen bize sunabildiği şey gittikçe derinleşen bir krizlerden ibaret. Kapitalizm bugün, işçi sınıfının örgütlülüğünü zayıflatıp, özgür ve eşitlikçi dünya ideallerini alt etmekle kalmamış aynı zamanda tüm dünyayı yok etme noktasına gelmiştir. Kapitalizmin krizi büyük “ihtişamıyla” toplumların üzerine çökmektedir.

Bu gidişatın tersine çevrilmesi sermayenin sınıf iktidarının “doğasını” kavramsallaştırmakta yatıyor. Sermayenin egemenliğinin, emekçilerin üzerinde mesai saatleri içinde kurduğu mekanik tahakküm ilişkisinin ötesine geçmesi hayli zaman önce başladı. Serbest zaman denen yaşamsal alanın endüstrileşmesi de artık yetmiyor. Emekçilerin kendilerine biçilen rolleri oynamaya uygun bir zihniyetle yetiştirilmeleri, sermayenin kârlılığını gözetecek koşullar yaratmaları ve bu koşulları arzular pozisyonda olmaları da isteniyor. Bu durum, kadınların sırtına yüklenen karşılıksız bakım işleri ile başlayan ve küresel/yerel göçmen emeğini de içerecek biçimde emekçi sınıfın devamlılığını garantiye alan bir yeniden üretim sürecini gerektiriyor. Sermayenin sınıf egemenliği; Silicon Valley’in ihtiyaç duyduğu emek gücünü sağlayan ve bu sayede San Fransisco’daki 40 m2 daireye binlerce dolar kira verebilen yazılım emekçileri, AVM’lerde asgari ücretle hizmet sektöründe çalışmayı kabul eden yerli işçiler ve bunlarla birlikte Gaziantep’te aylık maksimum 1.500 TL ücretle kölelik koşullarında çalışan göçmen işçiler üzerinde küresel ölçekli cinsiyetlendirilmiş bir tahakkümün eş zamanlılığıyla mümkün oluyor.

Toplumsal ilişkilerin birçok boyutunun üretimin kârlılığını artırmak için seferber edilişinin yarattığı sorunlar kendisini emekçi sınıfların ‘modern’ iktisadi sömürüsü biçiminde gösterdiği gibi, kapitalizm öncesine dayanan eşitsizlikleri dönüştürerek patriyarkal ilişkilerde, ırk ayrımında ve birçok başka boyutta daha gösteriyor. Sermayenin sınıf egemenliğinin bu çok boyutluluğunu kavramaya yönelik entelektüel çabalar da elbette yeni değil. Ancak son dönemde uluslararası Marksist çevrelerde açığa çıkan ve yükselen toplumsal yeniden üretim (TYÜ) tartışmaları sınıf iktidarının bütünselliğini görmek için muazzam teorik katkılar sağlıyor.

1970’li yılların başlarından itibaren feminist yazında sıkça yer verilen toplumsal yeniden üretim kavramıyla kastedilen, insanların -özellikle de emekçilerin- gündelik yaşamlarını idame ettirme ve kuşaklar arası devamlılığın sağlanması süreçleridir. Bunlar gıda/beslenme, giyim, konut, sağlık, eğitim gibi alanları kapsar ve çeşitli kurumların (hane, devlet, piyasa, sivil toplum örgütleri) karşılıklı etkileşimleriyle gerçekleştirilir. Bunlar içinde, kapitalizm için biricik meta olan emek gücünün üretildiği ve yeniden üretildiği hanenin özel bir yeri vardır. Hane içinde kadınlar, bu biricik metayı, karşılıksız emekleri ile üretirler/yeniden üretirler. Sermaye, neredeyse tamamı kadınlar tarafından harcanan hane içindeki emek sürecinden elbette ki faydalanır. Kadınlar, artı-değerin kaynağı olan emekçileri her gün çalışmaya hazır hale getirerek hane içindeki karşılıksız emekleri ile kapitalizmin varlık koşullarını oluştururlar ve sermaye birikiminin sürekliliğini sağlarlar. Tüm bu işleri neden kadınlar yapar sorusunun yanıtını aramamız gereken yer patriyarka ile sermayenin etkileşimidir. Son yıllarda feminist yazında artan bir ilgi gören TYÜ yaklaşımı, yeniden üretimi yaşamı üreten faaliyet ve kurumların tamamına genişletir. Toplumsal yeniden üretim analizini haneden, eğitim ve sağlık gibi hizmetleri -bu hizmetlerde harcanan ücretli toplumsal yeniden üretim emeğini- de kapsayacak biçimde tanımlar. Kavramın bu genişletilmiş tanımı, kamu hizmetleriyle kadınların üretim ve yeniden üretim emeği arasındaki doğrudan ilişkiyi ortaya koyduğu ölçüde, bu hizmetlerin çoğunun meta ilişkilerine çekildiği neoliberal dönemi anlamak için önemli bir çerçeve sağlıyor. Nitekim bir yandan devletin çekildiği toplumsal yeniden üretim hizmetleri, gücü yetenlerin piyasadan satın aldığı bir metaya dönüşürken, artan işsizlik ve yoksullaşma ile hanelerin çoğunda bu işler –tekrar- kadınların sırtına yüklenmektedir. Kadını değil aileyi koruyan ve kollayan muhafazakâr politikaların güç kazanmasının bir anlamı da muhakkak ki burada aranmalıdır.

Dolayısıyla TYÜ yaklaşımı, kadın emeği sömürüsünden sosyal politikalara; etnik/ırksal çatışmalardan ekolojik krize birçok alanda sınıf-toplumsal cinsiyet, sınıf-etnisite/ırk, sınıf-ekoloji gibi kavramsal ve politik ikilikleri aşar. Bizlerin bu sayıda sorduğumuz şu soruları tartışmayı mümkün kılar: Kapitalist üretim alanı ile yeniden üretim alanı arasındaki diyalektik ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Kapitalist toplumlarda emek-sermaye çelişkisi diğer tahakküm alanları ile ne tür bir ilişki içerisindedir? Sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkisi nasıl kurulmakta ve yeniden üretilmektedir? Bu ilişkiler ontolojik düzeyde ve devlet dolayımıyla nasıl kurulmaktadır? TYÜ, özellikle de bugün pandemi ve iklim krizi koşullarında, anti-kapitalist mücadelenin örülmesinde ne gibi olanaklar sunmakta, dahası feminist mücadele ve kadınların kurtuluşu için hangi kapıları aralamaktadır?

Bu sayımızda Praksis’in kendisine biçtiği tarihsel görevler dizisi doğrultusunda TYÜ kavramı etrafında dönen tartışmaları Türkçe literatür ile buluşturmayı amaçladık. Böyle bir sayı için kolları sıvadığımızda Türkçe literatürde hak ettiği yeri yeterince bulamamış olan TYÜ bakış açısından katkılar olur mu diye kaygılanarak yola başladık. Ne güzel ki, bu coğrafyadan araştırmacıların yaptıkları teorik ve ampirik çalışmalarla, söyleşilerle ve çevirilerle birlikte başlangıçtaki kaygımız kısa zamanda canlı bir sayının heyecanına dönüştü.

Sayımızı Sedef Arat Koç’un TYÜ kavramını ve analitik çerçevesini kullanarak, Batılı gelişmiş kapitalist ülkelerdeki toplumsal, ekonomik ve siyasi krize odaklanan yazısıyla açıyoruz. Arat Koç kapitalizmin “en güçlü” ve “en başarılı” örneklerinin, pandemiyle birlikte kapitalizmin sorunlarını ve sürdürülemezliğini açıkça gösterdiğini tartışıyor. Yazar özellikle bu ülkelerde patriyarkanın ve “ırksal kapitalizmin” kalıcılığının kapitalist sistemin devamlılığı için elzem olduğuna dikkat çekiyor. Pandemi ile patlak veren krizin yeni ve “anormal” bir durum ve koşullardan ziyade, normalin bir “uzantısını” temsil ettiğini ileri sürüyor. Yazısında pandeminin yol açtığı ve özellikle kadınları etkileyen yeni toplumsal eşitsizlikler ve sorunlara değinmekle kalmıyor, bu süreçte geliştirilen, özellikle toplumsal yeniden üretime ve bakıma odaklanan sosyalist feminist vizyonlar üzerine bir tartışma yürütüyor.

Ardından Yasemin Dildar, TYÜ feminizmi şemsiyesi altında toplanan Marksist-feminist yaklaşımların eleştirel bir değerlendirmesini yapıyor. Yazısında patriyarka ve kapitalizmin ayrı sistemler olarak analiz edilmesi gerektiğini savunan Dildar, ikili ve üçlü sistem teorilerini eleştiriyor ve birleşik teoriye ihtiyaç duyulduğunu savunuyor. Bu çerçevede iki teorik probleme odaklanıyor. İlkin TYÜ teorisi çerçevesinde yapılan değer tartışmasını ve ev içi emeğin Marksist değer kuramına dahil edilip edilemeyeceğini ele alıyor; sonrasında TYÜ teorisinin sınıf ve toplumsal cinsiyeti birleştirerek bu analitik ikiliği aşıp aşamadığını tartışıyor. Dildar yazısında toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sermayenin yeniden üretimini diyalektik bir bütün olarak analiz etme çabasının TYÜ teorisindeki boşluklara rağmen değerli ve ufuk açıcı olduğunu savunuyor.

Gülnur Acar Savran, “Patriyarka üzerine kısa not” başlıklı kısa yazısıyla, Praksis’in bu sayısında yer alan Dildar`ın kaleme aldığı “Toplumsal Yeniden Üretim Feminizmi: Birleşik Teori Yaklaşımının Olanakları ve Sınırlılıkları” başlıklı yazıdaki patriyarka kavramının eleştirisine bir cevap niteliğinde. Söz konusu yazı, patriyarka kavramını Savran`in Melda Yaman ile birlikte gerçekleştirdikleri “Kapitalizm ile Ataerkinin Kesişiminde Kadın Emeği” (Praksis 52, 2020/1) başlıklı söyleşilerine dayanarak eleştiriyor. Savran, bu eleştirideki belli başlı noktalara değinerek, patriyarka kavramını kullanmanın avantajlarını bir kez daha vurguluyor. Ona göre kavram, erkek egemenliğinin tarih içindeki, kapitalizm öncesi ve kapitalizm ile birlikte, sürekliliğini ve bu süreklilikle dolayımlanan mistifikiye edilmiş farklı somut biçimleri kavramsallaştırabilmemiz açısından son derece önemli.

Funda Hülagü’nün makalesi neden günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği lehine olan politik yönelimin hem Küresel Kuzey hem de Güney’de büsbütün tersine çevrildiği sorusunu merkezine alıyor. Bahsi geçen soruya cevap vermek için toplumsal yeniden üretim krizi ve feminist devlet kuramı tartışmalarının içinden geçerek, özellikle AKP’nin değişen “cinsiyet temelli stratejik seçimlerini” okuyuculara sunuyor. Devletin politik antropolojisini yapan çalışma şiddet mağduru kadın odaklı iyileştirmelerin nasıl 2014 sonrası tersine çevrilerek anti-feminist bir tarafa savrulduğunu tartışıyor. Yazar, okuyuculara günümüzün en acil ve büyüyen krizlerinden olan kadına yönelik şiddeti anlamak için zihin açıcı teorik uğraklar sağlıyor.

Hilal Kara Toplumsal Yeniden Üretim Krizine odaklandığı çalışmasında genç işsizliği üzerinden mekan-zamana ilişkin bir tartışma yürütüyor. Bir geçiş kategorisi olarak tanımladığı genç nüfusun emek deneyimlerinden yola çıkarak, son 10 yıldır gittikçe derinleşen otoriter-muhafazakar neoliberal form içindeki toplumsal(ın) yeniden üretim krizinin mekan-zamansal analizini feminist literatüre dayanarak açıklıyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’da ikamet etmekte olan üniversite mezunu gençler ile yapılan derinlemesine mülakatlara dayalı çalışmada, Türkiye’nin son yıllarda dönüşmekte olduğu politik-ekonomik neoliberal otoriterleşme sürecinin ve muhafazakarlaşmış toplumsal cinsiyet rejiminin, özellikle genç nüfus için borçluluk-işsizlik-güvencesiz istihdam ve devlet güdümlü ailecilik ideolojisiyle şekillenen, kalıcı hale gelen, bir bekleme halini yarattığını savunuyor. Bu mekansallığın toplumsal yeniden üretim ve üretim alanlarında karşılıklı ve sonsuz bir kriz döngüsüyle şekillendiğini vurguluyor.

Çağla Ünlütürk Ulutaş sayımıza, Nancy Fraser’ın kapitalizmin farklı evrelerine farklı toplumsal yeniden üretim krizlerinin eşlik ettiği yönündeki tespitinden yararlanarak kapitalizmin değişik uğraklarına farklı bir toplumsal yeniden üretim rejiminin eşlik ettiği görüşünü savunan bir çalışma ile katkı sunuyor. Patriyarka ile kapitalizm arasında son dönemde sağlanan yeni uzlaşının esnek istihdam düzenlemeleri aracılığıyla kadınların üretici ve yeniden üretici özelliklerinden aynı anda ve ucuza yararlanmak üzerine kurulduğunu ileri sürüyor. Covid-19’la birlikte hızla yaygınlaşan esnek çalışma biçimi evden çalışma ile ortaya çıkan üretim ve yeniden üretim faaliyetlerinin mekansal birlikteliği temelinde, kadınların ücretli ve ücretsiz çalışma için harcadıkları toplam sürenin arttığını ve hane içindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini derinleştiğini belirtiyor.

Sonraki çalışmada, Eda Kara göçmen emeğini toplumsal yeniden üretim perspektifinden ele alıyor. Kara, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’den Almanya’ya göç eden “misafir işçi”lerin toplumsal yeniden üretim süreçlerinin göçmen olmayan işçilere kıyasla farklı örgütlendiğini ve toplumsal üretim kapasitelerine çeşitli momentlerde el konulduğunu belirtiyor. TYÜ literatürünün üretim ve toplumsal yeniden üretim alanlarını teorik bir bütünlük içinde ele alması ve farklı emek biçimlerinin farklı toplumsal yeniden üretim süreçleri ile ilintisine eğilmesi bakımından göçmen emeğini anlamak açısından elverişli bir çerçeve sunduğu görüşünü tartışıyor. Literatürün cinsiyetlendirilmiş emek biçimlerine dair teorik çerçevesinden yola çıkarak, etnikleştirilmiş emek biçimlerine ilişkin teorik bir çerçevenin olanaklılığını soruşturuyor. Almanya’daki sermaye birikim sürecinde göçmen emeği sömürüsünün önemli bir rol oynadığının altı çizilerek göçmen işçilerin toplumsal yeniden üretim kapasitesine el konuşunun bu süreçteki önemi üzerinde duruyor.

Ezgi Pınar’ın eğitim ve toplumsal yeniden üretim literatürü arasındaki kavramsal köprüyü inşa etmeyi amaçladığı yazısı işgücünün yeniden üretiminde eğitimin merkezi önemine dikkat çekiyor. Geniş bir literatür taramasına dayanan yazı, eğitimi yalnızca kültürel ve ideolojik bir yeniden üretimi alanı olarak değil aynı zamanda maddi üretim ve yeniden üretim alanı olarak kavramsallaştırıyor. Özellikle pandemiyle birlikte sekteye uğrayan eğitimin işgücünün yeniden üretimi krizine de tekabül ettiğini tartışan yazar, toplumsal yeniden üretim literatürünü eğitim alanına yaptığı vurguyla teorik olarak geliştirmeyi hedefliyor.

Ayşem Sezer Şanlı ile Funda Kemahlı Garipoğlu, ortak çalışmalarında R.W Connell’in oluşturduğu “erkeklikler kuramı” ve bu kuramın içerisinde en baskın tür olarak ele alınan “hegemonik erkeklik” kavramının, yeniden üretim sürecini açıklamadaki önemine odaklanıyorlar. Connell’in, Gramsci’nin “hegemonya” kavramına odaklanarak toplumsal düzen içerisinde kadınlık ve erkeklik performanslarını/pratiklerini sorunsallaştırma biçimini ve “hegemonik erkeklik” kavramı ile yeniden üretim sürecini nasıl ele aldığını inceliyorlar. Bu bağlamda Connell’in hegemonik erkeklik kavramının hem erkeklikler arasındaki hiyerarşinin hem de toplumsal cinsiyet düzeninin toplumsal örgütlenişini ele alan bir kavram olduğunu, eşitsiz toplumsal ilişkilerin nasıl yeniden üretildiğini kavrayabilmek ve yeniden üretim sürecinde hegemonyanın yönünü tersine çevirerek eşitlikçi bir toplumsal yapı kurmanın imkânı üzerine düşünebilmek için önemli bir çerçeve sağladığını belirtiyorlar.

Dosya dışı yazıda ise İhsan Ercan Sadi kapitalist piyasa yapısında rekabet konusunu; neoklasik iktisat, Marksist tekelci kapitalizm okulu, liberal ticarileşme modeli ve Marksist klasik iktisat gibi farklı düşünce gelenekleri birbiriyle karşılaştırarak ele alıyor. Ele aldığı ilk üç geleneğin, tekel gücünün piyasa kurallarını esnetme kudreti olarak kavramsallaştırılması dolayısıyla “eksik rekabet” anlayışında ortaklaştığı, ve dolayısıyla neoklasik “tam rekabet” kuramına geçerli bir seçenek ortaya koyamadığını iddia ediyor. Bunun yerine, rekabeti kapitalizmin iç doğası ve amansız bir varoluş mücadelesi olarak kavrayan Marksist gerçek rekabet kuramının, kapitalist piyasaların yapısal dinamiklerini toplumsal gerçeklikle daha uyumlu bir şekilde açıklayabildiğini öne sürüyor.

Dosyamız üç adet söyleşiyle son buluyor.

İlk olarak, Sarah Leonard’ın, Nancy Fraser’la yaptığı, 2016 yılında Dissent dergisinde yayınlanan Bakım Krizi başlıklı söyleşiyi Türkçeleştirdik. Toplumsal Yeniden Üretim yazınının temel kavramlarının ele alındığı bu söyleşide Fraser, neoliberalizmin finansal krizlerini bir bakım krizi olarak ele alıyor.

İkinci söyleşimiz, Küresel Kuzey’de ve Güney’de toplumsal yeniden üretim mücadelelerinin aldığı farklı biçimleri ele alıyor. Coşku Çelik, Olena Lyubchenko, Rhaysa Sampaio Ruas da Fonseca, Lina Nasr El Hag Ali, feminist grevlerden toprak mücadelelerine, kira grevlerinden Black Lives Matter’a yakın dönem toplumsal hareketleri birer toplumsal yeniden üretim mücadelesi örnekleri olarak değerlendirirken; toplumsal yeniden üretim yaklaşımının ırk/etnisite, toplumsal cinsiyet ve ekoloji mücadelelerini merkeze alan bir işçi sınıfı mücadelesi gündemi için önemli bir olanak sunduğunu iddia ediyor.

Son olarak, Ethemcan Turhan, çevre tarihçisi ve politik ekolojist Stefania Barca ile Barca’nın 2020’de Cambridge Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Toplumsal Yeniden Üretim Güçleri: Karşı Hegemonik bir Antroposen İçin Notlar (Forces of Reproduction: Notes For A Counter-Hegemonic Anthropocene kitabı üzerine bir söyleşi yaptı. Söyleşide, yeniden üretim güçleri, müşterekleşme ve çevre adaleti konuları toplumsal yeniden üretim perspektifinden masaya yatırılıyor.

Editör: Fuat Özdinç

Yayın Sekreteri: Ümit Özger

Sayı Editörleri: Ali Yalçın Göymen, Coşku Çelik, Ezgi Doğru, Melehat Kutun, Melda Yaman

Dünyayı Sırtında Taşıyanlar, Çıplak(laşan) Kral(lıklar) ve Daha İyi Bir Dünyanın Olasılığı: Pandemi Döneminde Toplumsal Yeniden Üretim Odaklı Gözlemler ve Vizyonlar

Sedef Arat-Koç

Toplumsal Yeniden Üretim Feminizmi: Birleşik Teori Yaklaşımının Olanakları ve Sınırlılıkları

Yasemin Dildar

Bu makale Toplumsal Yeniden Üretim (TYÜ) feminizmi şemsiyesi altında toplanan Marksist-feminist yaklaşımların eleştirel bir değerlendirmesini yapmaktadır. TYÜ feminizmi kadınların ev içi emeğini toplumsal yeniden üretim kavramı çerçevesinde analiz eder ve kadınların ezilmesi ile kapitalist sömürünün birleşik bir teorisinin yapılabileceğini iddia eder. Toplumsal cinsiyet temelli tahakkümü mümkün kılan koşulların tarih-dışı bir patriyarkal dürtü ile değil kapitalist sosyal formasyonunun yeniden üretim ihtiyacı ile açıklanması gerektiğini savunur. Makalede ilk olarak, patriyarka ve kapitalizmin ayrı sistemler olarak analiz edilmesi gerektiğini savunan ikili ve üçlü sistem teorilerinin kuramsal sorunlarından yola çıkarak neden birleşik teoriye ihtiyaç duyulduğu tartışılmıştır. Daha sonra toplumsal yeniden üretim feminizmi ve birleşik teorinin yükselişinin tarihi kısaca ele alınıp, iki teorik probleme odaklanılmıştır. Birincisi, TYÜ teorisi çerçevesinde yapılan değer tartışması ve ev içi emeğin Marksist değer kuramına dahil edilip edilemeyeceği sorunu. İkincisi, TYÜ teorisinin sınıf ve toplumsal cinsiyeti birleştirip analitik ikiliği aşıp aşamadığı sorunu. TYÜ teorisi kadınların ezilmesini sadece sermayeyle açıklamaz ama kapitalist sistemde sosyal bütünlüğü analiz ederken, sermaye birikim sürecine diğer sosyal hiyerarşilerden daha büyük bir belirleyicilik atfeder. Bu makalede, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sermayenin yeniden üretimini diyalektik bir bütün olarak analiz etme çabasının TYÜ teorisindeki boşluklara rağmen değerli ve ufuk açıcı olduğu savunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal yeniden üretim teorisi, Marksist feminizm, ikili sistem teorileri, toplumsal cinsiyet, sınıf

Patriyarka Üzerine Kısa Not

Gülnur Acar Savran

Toplumsal Yeniden Üretim Krizi ve Kapitalist Devletin Erkek Sorunu: Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Faili Erkekleri Cezalandır(ma)ma Politikaları Bağlamında Bir Değerlendirme

Funda Hülagü

Patriarkal toplumsal cinsiyet sözleşmesinde kadınlar lehine yapılan iyileştirmeler döneminin kısmen sona erdiği, anti-feminist devlet projelerinin ve örgütlü feminizm karşıtı mücadelenin yükseldiği bir tarihsel dönemeçteyiz. Bu makale, bu dönemeci belirleyen politik-ekonomik mantık üzerine bir tartışma denemesinde bulunmakta, toplumsal yeniden üretim kuramı ışığında yapılacak bir kapitalist devlet okumasının, feminist kuram ve siyaset için eski, ama eskimeyen kimi tartışma gündemlerini yeniden zorunlu kıldığını iddia etmektedir. Makaleye göre, kadına yönelik şiddet faillerinin kimi zaman eksik kimi zaman fazla-suçlulaştırılması siyaseti, toplumsal yeniden üretim krizinin devlet üzerinde yarattığı çifte yapısal tazyikten ayrı düşünülemez. Bu çifte tazyikin bir öğesini patriarkal toplumsal cinsiyet sözleşmesindeki kırılmalar/zaaflar teşkil ederken, diğer öğesini mutlak ve göreli sömürü oranlarının emeğin değerlenme süreçlerinde yarattığı dalgalanmalar oluşturmaktadır. Bu her iki unsur da kapitalist devletin “cinsiyet temelli stratejik seçimlerini” belirlemektedir. Ancak hangi tarihsel dönemde hangi unsurun ne oranda ağır basacağını, son kertede klasik patriarkanın yüz değiştirerek de olsa hüküm sürmeye devam ettiği Küresel Güney ülkelerinde devletin politik antropolojisine rengini veren ve/veya devlet-toplum kompleksi açısından önem verilen erkek emeğinin toplumsal değer hiyerarşilerindeki konumu belirlemektedir. Toplumsal yeniden üretim süreçlerindeki yıpranmanın krize evrildiği dönemlerde, değer hiyerarşileri sarsılmakla kalmaz, kapitalist devletin bir karar vermesi gerekir: bir toplumsal grup olarak hangi kadınları ve hangi erkekleri politika yapım süreçlerinin ve kriz yönetiminin merkezine koymalı? Kadınların toplumsal konumunu mu iyileştirmeli, erkeklerin siyasal konumunu mu sabitlemeli? Finansal kapitalizm döneminde bu temel çelişki, siyasi iktidarların diyagonal kararlar almasına, devletin bir “kriz-devleti” haline gelmesine neden olmaktadır.
Anahtar Kelimleler: Toplumsal yeniden üretim, patriarka, kapitalist devlet, kadına yönelik şiddet, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)

Toplumsal(ın) Yeniden Üretim Krizinde Mekan-Zamansal Sınırlar, Geçişler ve Yanıtlar: Güvencesizleşme, Bekleme ve Genç Emeği

Hilal Kara

Bu çalışma, bir geçiş kategorisi olarak tanımlanan genç nüfusun emek deneyimlerinden yola çıkarak, Türkiye’nin son on yıl içinde geçirmekte olduğu otoriterleşen-muhafazakarlaşan neoliberal yapı içindeki toplumsal(ın) yeniden üretim krizinin mekan-zamansal bir analizini feminist literatüre dayanarak yapmıştır. İstanbul, İzmir ve Ankara’da ikamet etmekte olan üniversite mezunu genç1 ile gerçekleştirilen derinlemesine mülakatlara2 dayanan bu makalede temel olarak şu savunulmaktadır: Türkiye’nin son yıllarda dönüşmekte olduğu politik-ekonomik neoliberal otoriterleşme süreci ve muhafazakarlaşmış toplumsal cinsiyet rejimi, özellikle genç nüfus için borçluluk-işsizlik-güvencesiz istihdam koşulları ve devlet güdümlü ailecilik ideolojisiyle şekillenen kalıcı hale gelen bir bekleme hali yaratmaktadır. Bu mekansallık toplumsal yeniden üretim ve üretim alanlarındaki karşılıklı sonsuz bir kriz döngüsüyle şekillenmektedir. Çalışan sınıfların kendilerini üretme kapasitelerinin sınırlandığı borçluluk-işsizlikgüvencesiz iş döngüsünün kalıcılaşma hali olarak ortaya çıkan bekleme hali gündelik hayatın bir karakteristiği haline gelmiştir. Bu mekansallıkta devlet güdümlü toplumsal cinsiyet rolleri yeniden üretilirken genç nüfus güvencesiz istihdam koşulları ve işsizlik arasında bir yerde kalmaktadır. Bekleme hali, diyalektik bir biçimde baskılanma ve gözetim mekânları olarak ortaya çıkarken, bu mekanlar salt baskı alanları olarak görülmeyip alternatif çalışma stratejileriyle görünmez, gündelikten, sessiz direnme alanlarına olanak yaratır. Bekleme hali, sosyal ve ekonomik ilişkilerin kurulduğu üretim ve toplumsal yeniden üretim alanlarının prekaryalaşma sürecine aktif yanıtların üretilme potansiyeli de içinde barındırmaktadır. Beklemek, pasifize edilmiş öznellikler değil, tam tersine üretken olarak dönüştürmeye çabalanan bir eylemlilik halidir. Güvencesiz genç nüfusun ürettiği çalışma stratejilerinde, çalışmaya iliştirilen anlamlar karmaşıklaşır ve çeşitlenir; yanıtlar, üretim ve toplumsal üretim alanları, üretken emek ve üretken olmayan emek, hane içi ve hane dışı emek gibi verili ikilikleri muğlaklaştırır, bu kavram setlerini yeniden düşünmeye çağırır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal yeniden üretim, kriz, toplumsal cinsiyet, enformelleşme, güvencesiz, genç nüfus 

İşyerine Dönüşen Evler: Toplumsal Yeniden Üretim Bağlamında Evden Çalışma

Çağla Ünlütürk Ulutaş

Bu çalışmada Nancy Fraser’ın kapitalizmin farklı evrelerine farklı toplumsal yeniden üretim krizlerinin eşlik ettiği teorisinden yararlanarak kapitalizmin farklı uğraklarına farklı bir toplumsal yeniden üretim rejiminin eşlik ettiğini iddia ediyorum. Günümüzde, patriarka ve kapitalizm arasındaki yeni uzlaşı, esnek istihdam düzenlemeleri aracılığıyla kadınların üretici ve yeniden üretici özelliklerinden aynı anda ve ucuza yararlanmak üzerinedir. Esnek istihdam biçimlerinden biri olan evden çalışma Covid-19’la birlikte hızla yaygınlaşmıştır. Böylece üretim ve yeniden üretim faaliyetlerinin mekânsal birlikteliğiyle kadınların ücretli ve ücretsiz çalışma için harcadıkları toplam süre artmış ve hane içindeki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri derinleşmiştir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal yeniden üretim, evden çalışma, uzaktan çalışma, kadın emeği

Toplumsal Yeniden Üretim Perspektifinden Göçmen Emeği: Almanya’nın “Misafir İşçileri”

Eda Kara

Göçmen emeğinin toplumsal yeniden üretim perspektifinden düşünülmesi amaçlanan bu çalışmanın konusunu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’den Almanya’ya göç eden “misafir işçi”lerin (Gastarbeiter*innen) toplumsal yeniden üretim süreçlerinin göçmen olmayan işçilere kıyasla nasıl farklı örgütlendiği ve toplumsal üretim kapasitelerine hangi momentlerde el konulduğu oluşturmaktadır. Toplumsal Yeniden Üretim literatürü daha çok kapitalist üretim ve kadın emeğine odaklansa da üretim ve toplumsal yeniden üretim alanlarını teorik bir bütünlük içinde ele alması ve farklı emek biçimlerinin farklı toplumsal yeniden üretim süreçleri ile ilintisine eğilmesi bakımından elverişli bir çerçeve sunmaktadır. Bu bağlamda toplumsal yeniden üretim literatürünün cinsiyetlendirilmiş emek biçimlerine dair teorik çerçevesinden yola çıkarak, etnikleştirilmiş emek biçimlerine ilişkin teorik bir çerçevenin olanaklılığını soruşturmak amaçlanmaktadır. Göçmen emeğiyle ilişki içinde toplumsal yeniden üretim perspektifinin üzerinde durulduktan sonra Almanya’da sermaye birikiminde göçmen emeği sömürüsünün önemli bir rol oynadığının altı çizilerek göçmen işçilerin toplumsal yeniden üretim kapasitesine hangi momentlerde el konulduğu serimlenecektir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal yeniden üretim, göçmen işçiler, göçmen emeği, “misafir işçi”, etnikleştirilmiş emek

Eğitim Toplumsal Yeniden Üretim Tartışmalarının Neresinde?

Ezgi Pınar

Eğitim alanı ve eğitim politikaları bir toplumdaki hemen her toplumsal kesimi kesen ve hemen her toplumsal öznenin etkisinde kaldığı ya da gündemine aldığı bir alandır. Eğitimin ideolojik, kültürel ve ekonomik olmak üzere farklı toplumsal işlevleri yerine getirmektedir ve bu işlevler aynı zamanda onun toplumsal yeniden üretim işlevidir. Toplumsal yeniden üretim teorisinin mevcut ve hâkim yorumu eğitim alanının bu yönüyle ele almaz, ancak eğitimin toplumsal yeniden üretim bağlamında ele alınması toplumsal yeniden üretim tartışmalarının kapsamanı genişletecek mahiyettedir. Bu çalışmada eğitim işgücünün üretimi ve yeniden üretimi bağlamında ele alınmakta, buradan hareketle toplumsal yeniden üretim tartışmalarına katkı sunmak ve okul ile toplumsal yeniden üretim olgusu arasındaki zenginleştirici teorik etkileşimi açığa çıkarmak hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal yeniden üretim, emek gücünün üretimi, emek gücünün yeniden üretimi, eğitim, ev içi emek

Yeniden Üretimi Cinsiyet İlişkileri Üzerinden Okumak: R.W. Connell’in Hegemonik Erkeklik Kavramı Üzerine Kuramsal Bir Değerlendirme

Ayşem Sezer Şanlı
Funda Kemahlı Garipoğlu

Bu çalışma, R.W Connell’in erkekliğin farklı türlerini sorunsallaştırdığı “erkeklikler kuramı” ve bu kuramın içerisinde en baskın tür olarak ele aldığı “hegemonik erkeklik” kavramının, yeniden üretim sürecini açıklamadaki önemine odaklanmaktadır. Kuramsal bir araştırma olarak yapılandırılan bu çalışmada, Antonio Gramsci’nin sınıflar arasında zora değil rızaya dayalı güç ilişkilerinin kurulma sürecini açıklamak için başvurduğu hegemonya kavramının Connell’in çalışmalarında belirleyici olması; Connell’in, Gramsci’nin “hegemonya” kavramına odaklanarak cinsiyet ayrımına dayanan, toplumsal düzen içerisinde kadınlık ve erkeklik performanslarını/pratiklerini sorunsallaştırarak, “hegemonik erkeklik” kavramı ile yeniden üretim sürecini açıklaması ele alınmıştır. Bu bağlamda Connell’in hegemonik erkeklik kavramı, hem erkeklikler arasındaki hiyerarşinin hem de toplumsal cinsiyet düzeninin toplumsal örgütlenişini ele alan bir kavram olarak, eşitsiz toplumsal ilişkilerin nasıl yeniden üretildiğini kavrayabilmek ve yeniden üretim sürecinde hegemonyanın yönünü tersine çevirerek eşitlikçi bir toplumsal yapı kurmanın imkânı üzerine düşünebilmek için önemli bir çerçeve sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: R. W. Connell, A. Gramsci, yeniden üretim, hegemonik erkeklik, toplumsal cinsiyet

Söyleşi: Kapitalizmin Bakım Krizi


Sarah Leonard – Nancy Fraser*
Çeviren: Ali Yalçın Göymen

Söyleşi: 21. Yüzyılda Toplumsal Yeniden Üretim Mücadeleleri

Coşku Çelik – Olena Lyubchenko
Rhaysa Sampaio Ruas da Fonseca

Lina Nasr El Hag Ali

Söyleşi: Yıkıntıları Sığınaklara Çevirmek


Stefania Barca -Ethemcan Turhan

Kapitalist Rekabetin Anlamı: Kapitalizm Farklı Aşamalardan mı Geçiyor?

İhsan Ercan Sadi

Rekabetin kapitalist ekonomilerin sine qua non’unu (olmazsa olmazını) teşkil ettiği düşüncesi, yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar iktisatçıların hemen tümü tarafından üzerinde uzlaşı sağlanan bir düşünceydi. Bu düşünce, hür (gerçek) rekabeti çözümlemenin merkezine alan klasik politik iktisatçılar tarafından olduğu kadar, tam rekabet kuramsallaştırmasını öne süren neoklasik iktisatçılar tarafından da benimsenmekteydi. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarından itibaren anonim ortaklıkların ve dev şirketlerin yükselişe geçmesiyle birlikte ise, iktisat disiplinindeki bu yaygın kanaatin yerini, kapitalizmin köklü değişimler geçirdiği ve dolayısıyla tekelci kapitalizm aşamasına ulaştığı iddiaları almaya başladı. Buna göre 20. yüzyılda kapitalizmi anlamanın doğru yolu, 19. yüzyılın rekabetçi kapitalizminin hareket yasalarından farklı hareket yasaları üreten ve neticesinde ona tabi olan tekelci uygulamaları kuramsallaştırmaktan geçiyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu eğilim birbirine zıt iki farklı düşünce geleneği üretti: i) ilkin, Paul Sweezy, Immanuel Wallerstein ve Fernand Braudel gibi önemli neo-Smithgil düşünürler kapitalizmin tarihini üretim ilişkileri yerine ticari ilişkiler üzerinden, hatta Braudel örneğinde piyasa-karşıtı bir alan olarak, okumaya başlarken; ii) özellikle Anwar Shaikh’ın başını çektiği bir grup sosyal bilimci, Karl Marx’ın Kapital’de öne sürdüğü haliyle sermaye birikim yasalarını doğuran gerçek rekabet kuramının günümüz kapitalizmini anlamakta da geçerliliğini koruduğunu; dolayısıyla, tekelci uygulamaların rekabeti ortadan kaldırmadığını; bilakis, kapitalizmin gelişimiyle birlikte şirketlerin daha nitelikli rekabetçi özellikler kazanıp daha yeğin rekabetçi stratejiler geliştirdiğini öne sürdü. Bu metinde bir yanda, her bir düşünce geleneğinin öne sürdüğü iddiaların kuramsal tutarlılığını ve ampirik geçerliliğini sınarken; diğer yanda, kapitalizmin kendine özgü hareket yasaları olup olmadığını, ve öyleyse, bunların zaman içinde değişip değişmediğini tartışmayı amaçlıyoruz. Sonuç kısmında ise 2×2’lik iki tür rekabet-tekel matrisi öneriyoruz.
Anahtar Sözcükler: Neoklasik Rekabet Kuramı, Tekelci Sermaye Okulu, Ticarileşme Modeli, Marksist Gerçek Rekabet Kuramı.

About the author