Bir Kadın Grevi: Serbest Bölge’de Kadın İşçi Olmak -Fethiye Beşir

Praksis 53| Sayfa:225-230

 Kitap Eleştirisi

Bir Kadın Grevi: Serbest Bölge’de Kadın İşçi Olmak[1]

Fethiye Beşir-İletmiş1[2]

Feryal Saygılıgil’in (2018) “Bir Kadın Grevi: Serbest Bölge’de Kadın Olmak” isimli kitabı, Antalya serbest bölgede çalışan 83 Petrol-İş Sendikası üyesi kadın işçinin sendikal bir hak olarak 26 Eylül 2006 tarihinde başlayan ve 1 yıl 2 ay 23 gün süren, Fresenius Medical Care (FMC)’in üretim fabrikası olan Novamed grev mücadelesini merkezine alıyor. Türkiye’de işçi sınıfı tarihi içerisinde yer alan sayısız grevlerden biri olan Novamed, başarıya ulaşan ve serbest bölgelerde toplu iş sözleşmesi imzalanan ikinci grev olmasının yanı sıra, Novamed direnişinin “kadınların grevi” olması Türkiye’deki kadın mücadelesi tarihinin yazımı için de önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkıyor.

Feryal Saygılıgil’in doktora tez çalışmasının ürünü olan bu kitabın amaçlarından ilki “vasıfsız”, “ucuz” işgücü olarak tanımlanan hizmet ya da imalat sektörünün üretim aşamasının alt kademelerinde ve güvencesiz koşullarda çalışan kadın işçilerin durumunu gündeme getirmek ve emek literatürüyle harmanlayarak çalışma koşullarını değiştirip dönüştürmenin yollarını araştırmak. Diğeriyse, kadınların birer politik özne olduğunu bilerek direnişlerini ve deneyimlerini görünür kılmak ve kendi konumlarına dair harekete geçen, örgütlenen ve greve çıkan kolektif bir özne olduklarını anlamlandırmak. Feminist bir araştırmacı olarak Saygılıgil’in hem araştırmanın yürütücüsü hem de grev sürecinin bir parçası olan ikili konumuna değinmek gerek. Saygılıgil’in (12) “içinde ve dışında olmak” diye tanımladığı çalışmadaki konumu, P. Hill Collins’in (1986) outsider-within pozisyonu ile örtüşen bir duruş sergiliyor. Feminist bir araştırmacı olarak kadınların durumuna dair objektif bir tavır almaya çalışırken, grev sürecinde kadın işçilerle dayanışan feminist bir kadın olması Saygılıgil’i ikircikli bir pozisyona sokuyormuş gibi görünse de ortak bir dil, duruş ve üslupla bir direnişin paydaşı olması noktasında bu araştırmayı oldukça kıymetli kılıyor.

Kitabın teorik örüntüsü farklı duruşlara sahip feminist teorisyenlerin ataerki tanımlarıyla başlıyor. Delphy, kapitalizmden bağımsız bir ataerkil sistemin varlığını, evlilik sözleşmesiyle birlikte kadınların erkeğin emeğine yasal bir zeminde el koymasıyla açıklar. Türkiye’de kadınların emek piyasasına dahil olma sürecinde karşılaştıkları en büyük engellerden biri somut olarak Delphy’nin ortaya koyduğu evlilik sözleşmesine dayalı kadın emeğinin gaspıdır. Saygılıgil’e (30) göre, Delphy’nin kuramında yer almayan nokta – ki yine somut olarak Türkiye bağlamında defalarca karşımıza çıkan – kadınların emek piyasasına katıldıklarında ücretli emeklerinin karşılığına da kocalarının el koyma hakkına sahip olması. Ücretli emek piyasasına katılan kadınların tahakkümcü ilişki biçimleri fabrikalarda erkek işçilerle de sürmektedir. Bu da bize, ataerkinin özel ve kamusal alanda farklılaşan biçimlerini gösterir. Saygılıgil, sınıf analizi ve deneyim kavramsallaştırmasını, çalışmasının merkezine alıyor. Bu bölümde Marksist bir sınıf analizini temel alırken, yer yer post-Marksistlerin sınıf eleştirisine de yer veriyor. Saygılıgil, E. P. Thompson’dan esinlenerek, sınıfı bir “oluşum” olarak tanımlıyor. Buna göre, sınıfın tarihsel ve ampirik olarak gündelik ilişkilerde her an kendini üretmesi ve yeniden üretmesi, kavramsal olarak deneyim ve tecrübeyi de tahsis ediyor (41). Saygılıgil (43), deneyime yer veren bir analizin Negt-Kluge’nin proleter kamusal alan kavramına da yer açtığını ve Novamed grevinin burjuva kamusal alandaki kapitalist üretim ilişkilerine karşı politik bir eylemlilik olduğunu ortaya koyuyor. Sınıfın sürekli mücadele ve müzakere üzerine yükselen dinamik bir oluşum olarak tanımlanması, Novamedli kadınların deneyimini merkeze alıyor ve Novamed grevinin bir sınıf mücadelesi olarak kavramsallaştırılmasına zemin oluşturuyor. Deneyimi merkeze alan bu çalışmada kadın emeğinin ve bu emeğin kapitalist sistem içerisinde aldığı farklı biçimlerin analizi, kadın işçilerin evdeki kadın kimlikleriyle iş yerindeki işçi kimlikleri arasındaki çatışma ekseninde önemli bir yer tutuyor. Ev içi ücretsiz üretimin kadın bedeninin bir uzantısı olarak tezahür etmesi de özel alanda harcanan emeğin görünmez kılınmasında bir etken. Saygılıgil’in (144) de ifade ettiği gibi, Novamedli kadın işçilerin kendilerini işçiden ziyade, ev kadını ve anne olarak tanımlaması ataerkil kapitalizmin toplumsal cinsiyet rollerini bireylere nasıl içkin hale getirdiğine dair iyi bir örnek.

Feryal Saygılıgil, feminist araştırma yöntemi olarak Bourdieu’den ilhamla çalışmasının kuramsal çerçevesini oluşturuyor. “Kolektif bir özne oluşturan kadınların kolektiflik deneyimlerini”, birey ve  toplumun  karşılıklı  bir  ilişkisiyle  kurulan bir sistem olan habitus ile açıklıyor. Saygılıgil’in, yoğun bir Feminist ve Marksist kavramsal bir arka plan oluşturduktan sonra araştırmasına Bourdieu ile devam etmesi, okuyucu olarak benim aklımda soru işaretine sebep oldu. Habitus kavramsal olarak farklı sınıf pozisyonlarını kesen ve hatta o pozisyonların ötesine geçen ve yine farklı biçimlerdeki sermayelerle belirlenen bir “eğilimler sistemine” (59) işaret eder. Habitusu yapılandıran ve mekânsal bir anlam kazandıran alan ise farklı özne konumlarını ve bu konumların hareketliliğini içerir. Sosyal gerçeklik temel olarak alanlardan oluşur ve sosyal eylem bir eylem olarak alanda var olur. Habitus da yine bu alan içerisindeki eğilimler bütününü temsil eder. Ancak, Antalya serbest bölgede çalışan kadın işçilerin fabrika deneyimleri, somut bir biçimde sınıfın, toplumsal cinsiyetin ve hatta kimi kadınlar için etnik kimliğin kesişimsel analizini zarurî kılıyor. Bu sebeple Bourdieu’nün kapsayıcı ve kapatıcı habitus kavramı bu çalışma özelinde bizi, kadın öznelliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya getiriyor. Dahası, kadın emeğinin ve emek mücadelesinin böylesine merkeze alındığı bir çalışmada deneyimi önceleyen bir habitus okuması pek mümkün görünmüyor. Ayrıca Saygılıgil’in habitusla ilgili vurguları, çoğunlukla bir direniş mekanizmasıymış gibi anlatılıyor olmasına rağmen, eğilimler sisteminin bizatihi bireyin ya da bireysel olanın nasıl toplumsal olana ayak uyduracağını ve onu o sistemler içerisinde anlamlı kılacağına işaret ediyor. Bourdieu’ye göre “belirlenmiş doğuyoruz ve sonunda özgür olmak için çok düşük bir şansımız var. Düşüncesizlikte doğuyoruz ve özne olabilmek için çok çok küçük bir şansımız var” (Bourdieu & Chartier, 2014: 34). Habitus içinse, sadece bu belirsizlikler içerisinde bize mevcut koşulla başa çıkabilmeyi sağlayan stratejiler bütünü diyebiliriz. Bu hâliyle, habitus ve habitusun kurucu mekânsal düzlemi olan alandaki çatışma ve mücadele eyleyene dair bir şey söylemez, çünkü zaten bireylerin tekil olarak stratejilerinden bağımsız dahil oldukları sistem ve bu sistem içerisindeki ilişkilenmeler habitus için kurucu unsurdur.

Grevi emek için bir direniş formu olarak tanımladığımızda, grevin çoklu özne konumlarının bilgisi bizi yeni bir kurama götürür, Feminist Duruş Kuramı’na (Feminist Standpoint Theory). Bu çalışmada habitusun mekânsal izdüşümü olan alanda görülen dinamiklik ve devinim nitelikleri, belirli bir özne konumunun kolektif yorumuna işaret eden duruş kuramında da karşımıza çıkıyor ve bana bu çalışmanın kıymetini bir adım daha ileri taşıdığını düşündürüyor. Öncelikle, duruş kavramı verili değildir, özne konumlarımızı, deneyimlerimizi yeniden yorumlamaya ve yapılandırmaya yönelik bilinçli bir müdahaledir, yani duruş elde edilir. Kathi Weeks’in ifade ettiği gibi “Duruş, politik pratikten, belirli pratikleri yeniden değerlendirmeye ve yeniden oluşturmaya yönelik kolektif bir çabadan türer.” (2012: 190). Bir diğer deyişle, duruş kuramı tekil bireylerin çabasından ziyade o duruştan türeyen kolektif öznelerin toplumsal mücadelesine odaklanır. Bir diğer deyişle, eyleyenin konumundan bağımsız bir duruş mümkün değildir ki bu da bizi bir sonraki adıma taşıyor: Duruş, herhangi bir öze dayanmaz. Kuramın başlangıç noktası olarak belirlediği “kadınların yaşantısından yola çıkma” tezi, erkek merkezci baskın bir bilgi kümesi yerine daha az taraflı ve daha güçlü bir nesnellik (strong objectivity) anlatısı sunuyor. İçinde bulunulan mevcut durumun kadınları marjinalize ettiğinin, sistem içerisinde ikincil plana koyduğunun fark edilmesi ve bu ataerkil toplumsallığı dönüştürmek için üretilen feminist duruş, “o deneyimde özgürleştirici  olanakları  bir  araya  getiriyor  ve  güçlendiriyor”  (Hartsock,  1983: 230). Dahası, Marksist literatürde göz ardı edilen kadınların iş yerindeki toplumsal cinsiyetlendirilmiş dezavantajlı konumlarını ve ücretsiz ev içi emeğini temel alan bir feminist duruş kuramının oluşumu, kadınların yaşanmış deneyimlerindeki diğer ezilmişliklerle birlikte feminist bir bilincin ortaya çıkmasına olanak sağlıyor. Bu hâliyle Saygılıgil’in bölümün sonuna doğru okuyucuya sunduğu “konumlandırılmış bilgiler” (66) nosyonu – ki Feminist Duruş kuramı bunu hem bir teorik zemin hem de bir metodolojik bir temel alır – yukarıda bahsi geçen Feminist ve Marksist kavramsal örüntüyle bütünlük gösteriyor.

Türkiye’de Kadın Emeği bölümünde Osmanlı’nın endüstriyel kapitalizme geçişiyle birlikte “kadın işi” addedilen iş kollarına ait fabrikalarda kadınların sayısının artışından, günümüzde kadın istihdamının nitelik ve nicelik açısından değerlendirilmesine kadar geniş bir tarihsel spektrumu okuyucuya sunuyor. Öncelikle, serbest bölge olgusunun tarihsel olarak gelişim sürecine ve Türkiye’nin bu sürece entegre oluşuna yer veriliyor. Dünyadan serbest bölge örnekleriyle buralarda çalışan kadın işçilerin deneyimlerine ve mücadelelerine yer verdikten sonra Saygılıgil okuyucuyu, Antalya serbest bölgede Novamed’de çalışan kadınların işçi deneyimleriyle buluşturuyor. Serbest bölgede çalışan kadınların ortak deneyimleri şu alt başlıklarla çarpıcı bir şekilde sunuluyor: Sendikalarıyla ilişkileri ve beklentileri, fabrikada kadın olmak, işyerinde genel olarak rastlanan meslek hastalıkları, vardiyalı çalışmak, “Biz bir aileyiz”, işçilerin hayallerindeki meslekler, ücretsiz aile işçisi olmak, kazandıkları paranın üzerinde söz sahibi değiller ve son olarak kadınların çoğu erkek şiddetine maruz kalmakta. Bu bölümün sonunda Mersin Serbest Bölgesi’ndeki tekstil işçilerinin kendi deneyimlerini “ücretli kölelik düzeni” olarak adlandırmaları, kendilerine dayatılan toplumsal ve ekonomik koşulların farkında  oldukları  bir sınıf bilincinin oluşmaya başladığına dair nüvelerden yalnızca biri. Burada, serbest bölgede bulunan bir fabrikada kadın işçi olarak çalışmanın yanı sıra, kadın olmanın beraberinde getirdiği anne, eş ve akraba olarak kadın pozisyonlarıyla da mücadele etmek durumunda kalan kadın işçilerin, ücretsiz emek alanından fabrikaya taşınan üretim sürecinin ataerkil örgütlenmesi, greve giden sürecin somut koşulları olarak sunuluyor.

Sonraki iki bölümde ise Saygılıgil, kadın işçilerin grev deneyimine ve bu grev deneyiminin düşündürdüklerine odaklanıyor. Serbest bölgede coğrafi olarak tecrit edilmiş işçilerin Novamed’deki toplumsal cinsiyetlendirilmiş iş bölümü, bir kadın işçi tarafından kadın olmanın bedelini ödemekle eş değer tutuluyor (135). Kadın işçilerin fabrikada vasıfsız iş gücü boşluğunu doldurması, iş yerindeki ataerkil, güvencesiz düzenin nasıl işlediğine dair ipuçları veriyor. Vardiyalı çalışma sistemi, fabrikadaki sağlık koşullarının yetersiz olması ve paternalist bağların bir başka hiyerarşinin oluşmasına zemin hazırlaması kadın işçilerin hem bedenine hem de emeğine yönelik bir baskı ve denetim mekanizması oluşturuyor. Ancak bu baskı ve denetim, kadın işçiler tarafından greve giden yolda 2 yıllık bir örgütlenme

mücadelesi ile ters yüz ediliyor. Kadın işçi olarak bir fabrikada çalışmaya başlamanın ardından işyerindeki ataerkil kapitalizmin sömürüsünün farkına varmak ve buna karşı bilinçlenerek sendikal bir örgütlenmeye gitmek, feminist yazındaki devrimci kolektif öznenin oluşumuna ve bu öznenin kazanımlarına Novamed grevinde tanıklık ediyoruz.

Son bölümde yazar Saygılıgil, kamusal bir alan olarak Novamed grevini tartışarak çalışmasını sonlandırılıyor. Anneliğin tarih boyunca kutsanmasının ve kadın olmanın tamamlayıcı bir unsur olarak sunulmasının nasıl yerleşik bir düşünce olduğuna, bir diğer deyişle “anneliğin icadının” tarihsel olarak neye karşılık geldiğine yer veriyor. Kadın işçilerin ücretsiz emek alanı olan evin içinde herhangi bir değişim yaratmadan evin dışında politik olduğunu, ancak bu politikliğin evin içerisindeki sorunları da görünür kıldığına dikkat çekiyor (181). Yaptıkları işin örgütlenmesi, onların hayatlarının diğer alanlarındaki ataerkil yargılara dair de bilinçlenmelerine imkân sağlıyor ve Novamed örneği kadın işçilerin mekânı dönüştürme güçlerine dair umut verici bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Emek tarihine katkısı açısından zengin bir içeriğe sahip olan bu kitap, Novamed kadın işçilerinin deneyimini son derece betimsel bir anlatıyla okuyucuya sunuyor. Argümanların kadın emek mücadelesi açısından önemini ortaya koyarken, feminist teoriyle bir bütünlük teşkil etmiyor. Bir diğer deyişle sahanın verileriyle teorinin kavramsal çerçevesi birbirine entegre edilmiş değil. Aslında, Saygılıgil’in Bourdieu’nün habitus ve alan nosyonlarıyla ele aldığı bu çalışmada habitusun ne olduğu – en genel anlamda fabrikadaki sistem mi, yoksa kadınların üzerindeki ataerkil sistem mi – ve iddia ettiği şekilde bu alanda süren mücadelenin yalnızca deneyim sahiplerinin ağzından çıkan cümlelerle aktarılmasının genel anlamda feminist yazına dair bize ne söylediği konusunda muğlak kalıyor. Serbest bölgelerde kadın emek mücadelesi deneyimleri diğer ülkelerden örneklerle birlikte verilirken, yani mesele küresel bir sorun olarak addedilirken, Antalya’daki işçi kadınların iş yaşantılarına dair sorunlarının ortaklaşan deneyimleri başlıklar hâlinde verilmesi de çalışmayı emek literatüründeki diğer mücadelelerle ilişkilendirmeden ve bir kadın grevi mücadelesinin ayrıştığı noktaları vermeden anlatıyor. Feminist bir okuyucu olarak, kadınların ataerkil sisteme karşı bilinçlenme sürecinin, bütün bir emek mücadelesi içerisinde kadınların birer feminist özne olarak fabrikada var olma süreçleri ve feminist duruşları olduğunu düşünüyorum. Bilinçlenme noktasından itibaren feminist duruşları yaratan şeyin, “çoklu, yıkıcı ve kolektif öznelerin” oluşumu (the making process) olduğunu vurgulayan bir seyir olsaydı, ortaklaşan bu deneyimlerin mevcut tarihsel koşulları da dahil eden hem sınıfsal hem de toplumsal cinsiyet temelli kesişimsel bir analizi mümkün olurdu (Thompson, 2004: 39; Weeks, 2012: 191). Kitapta feminist ve işçi bilincinin oluşmasının, bir diğer deyişle sendikal örgütlenme sürecinin, kimi kadınların politik örgütlülükleriyle de ilişkisi var ve bu, kolektif mücadelenin inşasında önemli yer tutuyor. Kadınların bir kısmı hayatlarında ilk defa sendikayla tanışırken önceden siyasi parti örgütlenmesi içinde olan işçi kadınların sahip olduğu örgütleme bilincinin katkıları da feminist duruşun oluşumuna katkı sağlıyor. Hâliyle bu, siyasi partilerde örgütlü kadınların yoğunluklu olarak ait olduğu etnik kimliği de içeren kadın, işçi ve Kürt/Alevi kategorileri kesişimsel olarak analize tabi tutulmasını gerektirirdi. Kitabın “Kamusal Alan Olarak Novamed Grevi’ni Yeniden Düşünmek” başlıklı bölümü, literatürdeki teorik tartışmalara referansla birlikte analizi çok daha katmanlı ve derinlikli bir niteliğe büründürmüşken, bunu kadınların Novamed’deki deneyimlerini ve greve giden süreci anlattığı bölümde neden yapmadığını cevapsız bırakıyor.

Örgütlü bir kadın direnişi olarak Novamed grevi, kadın emeği literatüründe somut kazanımlar elde eden bir mücadele olarak yerini alıyor. Serbest bölgede çalışan kadınların deneyimlerini ve grev mücadelesini yine onların anlatılarıyla dinliyoruz. Saygılıgil (205), kitabın Ek bölümünde de 2006-2008 yılları arasında yaptığı görüşmelerden bir derleme oluşturarak, Novamed’in direnişçi kadınlarını daha yakından tanımamıza olanak sağlıyor. Greve giden yolda, Novamed’in kadın işçilerinin sendikalar, partiler ve feminist dayanışma kolektifleriyle birlikte kolektif bir özne olarak mücadele hattı oluşturduklarına bu çalışma boyunca tanıklık ediyoruz. Sonuç olarak bu kitap, yalnızca kadınların deneyimini merkeze almanın ötesinde örgütlü bir işçi mücadelesinin olmazsa olmazlarından biri olan sendikalaşma süreci ve bu sürecin feminist hareketle iş birliğine dair çok kıymetli ve gelecek mücadelelere ilham verici çıktılar sunuyor ve “başka bir dünya mümkün ve bizim elimizde…” savına ışık tutuyor (194).

 

Kaynakça

Bourdieu, P. ve R. Chartier (2014) Sosyolog ve Tarihçi, çev. Z. Karaca, İstanbul: Açılım Kitap.

Collins,  P.  (1986) “Learning  from  the  outsider-within:  the  sociological  significance  of  black feminist thought”, Social Problems, 33(6): 139-157.

Hartsock, N. (1983) Money, Sex and Power: Toward a Feminist Historical Materialism,  Boston: Northeastern University Press.

Thompson, E. (2004) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çev. U Kocabaşoğlu, İstanbul: Birikim. Weeks, K. (2012) Feminist Öznelerin Kuruluşu, çev. İ. Özküralpli, İstanbul: Otonom.

[1] Saygılıgil,  F.  (2018)  Bir  Kadın  Grevi:  Serbest  Bölgede  Kadın  İşçi  Olmak, İstanbul: Güldünya Yayınları.

[2] Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji bölümünde doktora öğrencisi, besirfethiye@gmail.com.

About the author